Şifrenizi mi unuttunuz? Endişelenmeyin! Aşağıdan kayıt olduğunuz e-posta adresinizi girin ve şifrenizi sıfırlayın.
Dalından düşen her şey doğanın armağanıdır. Örneğin bir elma olgunlaşıp dalından düşünce toprakla ilişkisi kendiliğinden kesilir. Oysa sebzeyi biz topraktan koparırız. Sanırım temelinde doğanın işleyişine neredeyse hiç karışmadan sadece bir parçası olarak yaşama amacı yatıyor.
atalarımız da iki ayak üzerine dikilmeden önce yere düşen meyveleri ve böcekleri yiyordu. Anatomik Yapımız bu yönde.
Çekirdeği olmayan bir şeyi yememe gibi de düşünülebilir. Bunun mantığı da şu: bir patatesi yediğinizde onu tamamen yok etmiş oluyorsunuz ve bunu telafi edemezsiniz, oysa bir domatesi yediğinizde onun çekirdeklerinden bazılarını doğaya geri verebilirsiniz yani telafisi var. Gerçi günümüz tarımcılığında ve doyurulması gereken aşırı nüfus yoğunluğunu düşününce bütün bunların bir önemi yok ve doğadan uzaklaştıkça frutaryenlik de insan yapımı ürünlerin aşırı tüketimine dayalı olacaktır. En güzeli kendi bahçeniz olması belki de.
(bkz:meyvecil)
çok fazla şeker tüketimi anlamına geldiği için sağlıklı olduğu konusunda şüphelerimin olduğu bir beslenme şeklidir. Takip ettiğim bir frutaryen var kullanıcı adı frutaryen :) hande gür. O kadar farklı çeşit meyve tüketiyor ki ve hepsi mükemmel görünüyor. Bir göndersinde frutaryen beslenme sayesinde göz renginin değiştiğini Ve gerçek göz renginin-renkli- ortaya çıkmaya başladığını yazmıştı. ilginç...
başlığı gördüğümde ulan acaba gerçekten frutaryen beslenen insanlar yaşıyor mudur diye düşünmeme sebep olan ve bir üstteki entryde soruma cevap bulduğum beslenme şekli. frutaryen hanımın hesabını inceledim. yiyeceklerin titreşiminden falan bahsediyor. bu titreşimciler bana çok garip geliyor açıkçası. tabii bir felsefeyi tek kişiye bakarak yargılamıyorum, orası ayrı. öte yandan dalından düşen meyve konseptini anlamakta güçlük çekiyorum. bütün meyvelerin düşmesini mi bekliyorlar yemeden önce yoksa bu bir metafor mu? yani frutaryenlik deyince bir ağacın önünde elmanın düşmesini bekleyen, açlıktan karnı sırtına yapışmış biri geliyor gözümün önüne. gerçi baktığımızda büyük ihtimalle etçiller de veganlar için aynı şeyi düşünüyor. o yüzden ben en iyisi gideyim daha çok araştırayım bu konuyu.
entry'yi yazarken bi aydınlanmışsınız resmen. :) ağaç meyveyi bıraktığında, misal incir düştükten hemen sonra, aman tanrım!.. yerde bir iki gün güneşte beklerse de apayrı. bir meyve bahçem olsun, başka yiyecek aramam. ama şehir titreşiminde insan biraz da olsa uyum sağlamak zorunda. falafel diye bişi var mesela, patlıcanlı börek ya da.. ilgilenirseniz şu kitabı tavsiye etmek isterim.
kendilerine sormak istiyorum "proteini nerden alıyorsunuz?" :)))
dinlediğim bir podcast ile frutaryenliğin de sınırlarının zorlanabildiği haller olduğunu öğrendim?. Estonya’da bir halk topluluğu, yemek yemeden sadece meyvelerin **KOKUSU** ile doyuyormuş bir dönemler…
Bilgiyi iddia eden Naturalis Historia’nın (Roma İmparatorluğunun bugüne ulaşan önemli ansiklopedik kaynaklarından biri) yazarı Gaius Plinius (Yaşlı Plini, MS 1. yy).
Gerçi Plinius bu ansiklopediye, döneminin dünyasına, doğasına, insanlığına ait gerçek bilgilerin yanı sıra, nadir de olsa, kurgu da katmış ama... meyvenin kokusu ile beslenen topluluklar olduğunu iddia etmesi dahi ilginç ?. Özellikle kendisinin bilimi gözlemlemek, kaydetmek, yazmak uğruna bir yanardağ (Vezüv Volkanı) patlamasında öldüğü düşünüldüğünde.
not: podcast - yeni haller - Özgür Mumcu / Eray Özer - 2000 yıllık külliyat: ansiklopedi