Sonsuz yokluğun içinde çiçeklenen bir sürpriz olarak varlık, kapsadığı herşeyle beraber bir bütünse; etik çerçevemizi asabilecek bir zemin bulabilir miyiz gerçekten? acı ve sevincin dansına nasıl engel olunabilir? yoksa sömürü demek; varlığın taşması, dengesinden savrulup şirazesinden kopması mıdır? acı, doğal bir sebep sonuç dizgesinden doğru oluştuğunda ahenkli bir şey iken, sömürüden akan kan neden dengeyi bozuyor? varlığa çelme yakabilir miyiz?
vegan etiği nereden görüyoruz? toplumsal kabullerin sorgulamasına bir savunma olarak mı, içsel bir münazaranın sonucu ürettiğimiz bir karar olarak mı?
bence veganlık, vicdanen kendi elimle yapamayacağım şeyler için diğer insanları maşa olarak kullanmamam yönünden de bonus etik puanlar kazanıyor.
görevi itibariyle bir ineğe kolunu sokmak zorunda olan, tüm duygularına set çekerek her gün yüzlerce boğaz kesen zavallı insanların, yaşadıkları travmanın bilincinde olmayışları; onlara bicilen cellat rolünü nasıl içselleştirdiklerini uzaktan bizlerin sorgulamasına yol açıyor.
hayvan sömür-endüstrisinin, çalışanlarına da görmezden gelinen bir şiddet uyguladığını düşünebiliriz.
o zaman vegan etik, sadece hayvanların değil, hayvanların köleliğini ve katlini sağlayan işçilerin de sömürülmekte olduğuna işaret eder.
Bu bakışla, endüstrinin büyük çaba göstererek yarattığı normallik yanılgısı ile vicdanlarının sesini susturabilen tüketiciler de kandırılmışlıklariyle sömürünün kurbanları arasında sayılabilir.
Konuyla ilgili bir hikaye paylaşarak bilinç akışımı sona erdiriyorum..
https:/www.opendemocracy.net/en/transformation/i-stopped-eating-animals-because-of-human-rights/