cpm_inboxCount

Yazar adı gereklidir!

Göster Şifre gereklidir!

Şifreni mi unuttun?

Yazar adı gereklidir!

E-posta gereklidir!

Göster Parola gereklidir!

13 + 2 =

Şifrenizi mi unuttunuz? Endişelenmeyin! Aşağıdan kayıt olduğunuz e-posta adresinizi girin ve şifrenizi sıfırlayın.

E-posta gereklidir!

Girişe Dön

Kapat
  • etin cinsel politikası

    Her on yedi saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Her bir saniyede yüzlerce hayvan öldürülüyor. “Dayak yiyen kadınlar” gerçekliği her gün yüzümüze çarpılıyor ekranlardan ve gazete sayfalarından. Çiftliklerin esir ettiği, mezbahaların katlettiği hayvanlar “marketteki et”e indirgeniyor günümüzde. Etin hem protein için zorunlu olduğuna hem de gücün kaynağı olduğuna inanmamız için örülen mit, aslında erkeğin potansiyel şiddet eğilimiyle üstünlük kurmasına neden oluyor.



    Etçilleri yiyen etçiller, kafamızdaki iktidar piramidinde en üste yerleştiriliyor ve bu haliyle gündelik hayatımızın her köşesine sızıyor. Reklamların neredeyse tamamında eti yenen hayvanların kadınsı temsil edilmesi ve erkek zihninde seks yapılacak kadının et veya piliç görüntüsünde olması yapbozu kendiliğinden tamamlıyor.



    İşte Carol J. Adams bu kitapta, yukarıda sayılan olguları ve genel olarak ataerki ile et tüketimi arasındaki diyalektiği çözümlüyor. Ona göre, erkeklik inşasının önemli bir parçası başka bedenleri denetim altında tutmaktır; et yemek de bunun önemli bir aşamasını oluşturur. “Et yemek, erkek iktidarının her öğünde yeniden ilan edilmesidir.” Onun kuramıyla, pornoda veya sofrada (aslında erkeğin yazdığı tüm “metinlerde”) parça parça tüketilen tüm adsızlar, “kayıp gönderge” olarak yeniden bedene kavuşuyor.



    Bu kitap, kadın ve hayvanın tüm yönleriyle eş olduğunu savunmuyor; yalnızca şiddet ve tahakkümden beslenen erkek egemen kültürün yeri yurdu olmadığının, zayıf bulduğu her şeyi ve herkesi “erkek” tanımının dışına atarak alt edilecek bir öteki ilan ettiğinin, özneden nesneye indirgediğinin altını çiziyor. Yiyecek/giyecek başka bir şey yokmuşçasına, birtakım canlılara yaşarken kafesi, ölürken ise kan gölünü reva gördüğümüz sürece savaşları ve ayrımcılığı olumlayan eril şiddet kültürünün ve hiyerarşinin aramızdan ayrılmayacağını hatırlatıyor. Bu kitapta ışık tutulan erkek şiddeti, kadın düşmanlığı, et yeme kültürü ve militarizm arasındaki bağlantılar, bugün de Carol J. Adams’ın yirmi yıl önce teşhis ettiği zamanki geçerliliğini koruyor.



    -J. M. Coetzee- (Tanıtım Bülteninden)
    kesinlikle kütüphanenizde olması gereken bir kitaptır. Lütfen okuyunuz, okutunuz. bir dil bir insan derken, aklınıza yalnızca yabancı dil gelmesin; söyleminize, günlük kelimelerinize dikkat etmek de sizi bambaşka bir insan yapar. söylem, bakışı da geliştirir. Artık kendisini gösteren değişime hız kazandırsak iyi olur.
    hayvan sömürüsünü dişilik üzerinden anlatmıyordu sanırım tam olarak. sadece hayvan yiyen kültürlerle toksik maskülen ve ataerkil zihniyet arasındaki yakın ilişkiyi resmediyordu. kadın düşmanı gelenek ve toplumların motivasyon kaynağıyla hayvanları mülk olarak görüp sömürüye ortak olmanın altında yatan fikir ve düşünce, toplumsal cinsiyet rolleri gibi yüzyıllardır devam eden alışılagelmiş geleneğin aynısı diyordu. bu yüzden de hayvan sömürüsüne dahil olan feministlere çemkiriyordu. güzel bi sosyolojik analiz kesinlikle. bol bol da örneklerle desteklenmiş her kıtadan.
    Farklı şeyler öğreneceğim diye aldığım daha doğrusu veganlar tarafından adeta inmiş bir kitap gibi görülüp herhalde vardır içinde kendime katacağım farklı bir bakış açısı diye okuduğum kitap. Keşke almasaymisim dedim zaten içinde yazılanlar -kadinlarin ataerkil toplumda gördüğü değer, etin erkekler için ifade ettiği şey, kadın vücudunun sembolize edilişi, degersizlestirme, kayip gonderge vs.- gayet bilinen şeylerdi. İlk bu kitapla karsilasmam kaos gl nin cevirmeniyle yaptığı röportaji ile oldu. Okumasi zor bir kitap ceviriden mi yoksa cumlelerin bu kadar uzatilmasindan mı pek anlayamadım. 1 paragrafta anlatilabilecek seyi sayfalarca uzatılması yoruyor insani. Kitabın çoğu amerikali feminist yazarlarin kitaplari hakkinda eleştiri ile geçiyor.

    hala bir fırsat bulup da okuyamadığım kitap. ancak vegan oldum olalı etin cinsellik ve saldırganlıkla nasıl bir ilişkisi olduğunu değişen zihinsel ve bedensel süreçlerimle anlayabiliyorum.


    bedenin başka bir canlıyı yemesinin verdiği gerginliği ve tahakkümü anlayabiliyor insan. bunu anlamak da tüylerini ürpertiyor insanın. beden başka bir bedeni yemeyle işgal etmiş, ele geçirmiş, hatta sindirmiş bir şekilde kendini saldırgan olarak kodluyor zannımca. cinselliği de bu minvalde düşünerek saldırganlığa dönüştürüyor.


    bence askerde (askerlik hiç olmasın zaten de) şap yerine vegan yemekler verilse yeridir.


    erkekler kadını av(!!!) gibi görüp öldürmeye, yemeye(!), sindirmeye(!) çalışıyor.


    veganlık bu değil mi zaten, zaptedilemez bir yemek terörüne karşı duruş.

    bugünlerde elimde olan kitap.

    Benim gibi konunun çaylaklarını tatmin eder ama yazıldığı dönem itibariyle muhtemelen çoğu bildiğiniz şeylerdir - daha ayrıntılı şeyler de cımbızlanabilir maksadıyla tavsiye edilebilir. daha ince bir kitap olabilirdi fakat yazarın da önce veggie sonra vegan olmuş olması içtenlik hissettiriyor.

    vegansozlukcom vegansozlukcom vegansozluk